6 Aralık 2012 Perşembe

Post #17


YENİ SAYFA

Bir ara vermiştik Eylül başında, pek istemeden. Birkaç ayı aldı ama, sonunda işi bilen, keyifli bir ekiple tanıştık. Tavsiye Richard’dan, ekip başı yine Fransa’dan J! Özel bir tercih olduğundan değil ama, galiba Türkiye’de bu saman ev işiyle haşır neşir uluslararası camianın hatırısayılır bir kısmıyla tanıştık, veya çalıştık şu kısa dönemde.



Matthieu, Ece, Baran üçlüsü, Kasım 14’de düştüler köye. Herhangi bir inşaat için epey sakat bir mevsim olmakla birlikte, yarım bıraktığımız işi bitirmek, en azından evi kışa karşı korumaya almak durumundaydık. 

Ekibin başı Matthieu. Lion’da okuyup, ‘sürdürebilir mimari tasarım’ mezunu olmuş (‘environmental architect’ için, bu Türkçeleştirme geldi yeğen mimar Kerim’den). Genç yaşa bol deneyim sığdıranlardan. Marangozluk, mobilya üretimi, taş, tuğla ve saman balyası ev yapımlarında gönüllü olarak Endonezya’ya kadar birçok ülkede çalışmış. Genel olarak ekolojik evler, özellikle de saman balyası evler, earthbag kubbeler ve ekmek fırınları konularında. Halen Yozgat’ da Kerkenes eco-center çalışanı, ayrıca Bulgaristan’da Smolyan yakınlarında bir diğer eco-center’ın planlamasını yapıyor. Araya bir de, ODTÜ’de saman ev mimarisine yönelik ‘saman balyasının deprem dayanıklılığı’ üzerine  doktora sığdırıyor halen. Kimi ‘oğlum yiyiverir inekler o evi’ diyor, kimi üniversitedede bunların depreme dayanıklılığı üzerine dirsek çürütüyor. Nedir bunun doğrusu!





Ece İzmirli, mimariden mezun, aynı yolun yolcusu. Fransa’da ve Bulgaristan’da gönüllü çalışmış, ODTÜ’de doğal yapı malzemeleri üzerine okuyor. O da hem Yozgat’daki Kerkenes projesinde, hem de okulun Solar Decathlon projesinde çalışıyor. Bu arada Matthieu hem kızı kapmış, hem de ırgat gibi çalıştırıyor. Ayıptır!J 

Ece'nin elinden gelmeyen yok. Ağaca da dalıyor testereyle, çiviyi de çakıyor, samanı da kesip dikiyor, taşıyor yerleştiriyor. 

Baran da inşaat mühendisi ve Ece’yle İzmir’den okul arkadaşı, ekolojik yapıya merak salmış, onu öğreniyor, fotoğraf çekmekten ve poz vermekten fırsat buldukça J
İyi ki de öyle, sayesinde bol bol belgelendi bu fasıl.


İstanbul’da buluşup beraber geldik. Aynı gün Bekir usta da geldi. Hem eski bir işte birlikte çalışmışlığımız var, hem de ilk dönem ekibe 10 gün katılan Kamil ustanın ağabeyi. Halen Bodrum’da yaşıyor ve ahşap tekne yapıyor. Doğa aşığı, becerikli olduğu kadar esprili bir marangoz ustası. Bir el ver dedik, geldi sağolsun. 

Ahmet ustamız da ertesi akşam geldi, Sabri zaten köyde, ekip tamamlandı. 


Hemen de kaynaşıldı. Bu fotoğraflar köy kahvesinden. 







İnşaate gelince. Matthieu blogdan evin fotolarına ve hikayesine bakmıştı, ben de mail’le birkaç resim daha yolladım Ankara’ya. Bunlardan hareketle (ve iflah olmaz iyimserliğimizle), 10 günde samanları dizer, ilk sıvayı yaparız, bahara da ince sıva kalır niyetiyle gelmiştik köye. Ankara’lı ekibin, 24’ünde ayrılıp okula dönmeleri gerekiyordu. Mevcut durumu yakından görünce, bu program için 10 günün yetersiz olduğu çıktı ortaya. Ahmet ve Bekir’in birkaç yapısal düzeltme yapması gerekti bir taraftan. Ankara’lı ekip de balyaları dizmeye soyundu. Fakat daha ilk günden, evin ahşap kurgusunun, balya diziminde ciddi problemler çıkarttığını gördük.








Saman ev işine heves edeceklerin, hele ahşap iskelet kullanıyorlarsa, yapısal kurguyu çok bilinçli yapmaları lazım. Bizim evdeki gibi köşe birleşimler ve duvar-çatı birleşimleri balya ebatlarına göre kurgulanmamışsa, bunları boşluklara göre kesip biçme işi çıkıyor. Epey el alan bir iş. Bekir usta balyaların kenar-köşelerini almak için benzinli testereyi denedi birkaç kez, ama nafile. Her bir balya, kesilecek parçaya göre yeniden dikilip, sonra eski dikişler sökülüp, elle ayrılmak zorunda. Üstelik bizde bazı boşluklar var ki, önce çıtalardan basit bir iskelet yapıp, üstüne file zımbalayıp, içlerini gevşek samanla doldurup, sıkıştırıp kapatmak gerekiyor. Geç de olsa, bunların çok manasız işgücü ve süreye malolduğunu öğrendik.











                         




Bu arada, gittiğimiz ilk günden itibaren, 4-5 gün aralıksız yağmur yağdı. İşi kolaylaştıran bir durum değil malum. Ama arada yağmurun ilk fırsat verdiği bir günde, Matthieu ile çatıya çıkıp açık kalmış 5-6 mt2'lik son boşluğu da shingle'la kapladık.



Kalan işler için şöyle bir karar verdik. Balyaları keser, biçer, duvarlara dizeriz, yapısal bir-iki problemi düzeltiriz, evin tüm cephelerini de yağmura ve kara karşı naylonla kapar, sıva ve ince ahşap işini de gelecek bahara bırakırız.

Öyle de yaptık. Tüm ekip, tek bir kuzineyle yarım yamalak ısınan bir köyevinde kalıp, Sema’nın lezzetli yemekleriyle doyup, tüm yağmur çamura rağmen keyifle çalıştı, ve evi kapatıp döndük. Herkesin ellerine sağlık.

Dönmeden önce de, önümüzdeki yaza yine aynı ekip buluşup, inşaatı birlikte bitirmek için sözleştik. 









Arada da birkaç foto çektik civardan. Ama bakıyoruz fotolara, bizim çekebildiklerimiz yetersiz kalıyor. Baran'ınkileri kullandık çoğunlukla. Tekrar teşekkürler.








Ekibin kaldığı evi tutmaya devam ediyoruz. Vakit bulup gidebildikçe, köyün içinde başımızı sokabileceğimiz, inşaat koşuşturması olmaksızın köy ve civarında kışı ve ilkbaharı gözlemliyebileciğimiz iki odalı bir yerimiz var artık.

Bekleriz.

16 Eylül 2012 Pazar

Post #14


SOBA

Bu hikayeyi aktarmamı Aydın önerdi, iyi ki de önermiş, sayesinde ben de aşama aşama fotolarını çekip, bir antikayı yaşama kavuşturma sürecini belgelemiş olacam kısmetse. Daha sonuna gelmeye epey var ama şöyle başladı hikaye.

Suzi Üsküdar Antikacılar Çarşısında kapılar bulmuş. Bir ay kadar önce kalktık gittik beraber. O bir kapıyı yatakbaşı olarak beyenmiş, araya iki adet daha köy kapısı kattık, oda ve banyo için, motorla gitmiştik, kaparo bırakıp döndük. Bir hafta sonra kamyonetle kapıları almaya gittim. Park yeri ararken iki kere önünden geçtiğim bir dükkanda gözüme bir soba ilişti. Arabayı park edip kapıcıya giderken kaşındım, uğradım. Soba diğer gördüklerime göre bayağı ebatlı, habire odun atmak gerekmez. Bitik olmakla beraber üzeri mavi-lacivert bir emaye kaplı, gövdesinde bolca figür olan, dökmedemir bir şaheser. Ön kapağındaki pencereler sayesinde, şömine gibi seyredilesi birşey. Biraz sağını solunu karıştırdım, 1919 yapımı. Önünde Fonderies Nestor Martin yazıyor, üst kapak altında da bir kimlik şilti var, yapım senesini ve numarasını Fransız’ca yazmış. 



Dükkan sahibinin sobanın ne olduğuna dair hiçbir fikri yok, ‘güzel parça abi, bi mimar çok istedi, ama gelmedi, kaçırma’ türü satış geyiği yapıyor. Neyse allem kallem, söylediğinin üçte iki fiyatına alıp kamyonete taşıdık dört kişi. Ağır meret

Alara okursa, bu aşamada ‘baba ya, bi  uzattın gene, kamyonetten indiriş hikayesini de anlatacan mı!’ gibi bir reaksiyon verir.

Zamanında şımartmıyacaktın veledi!

Ama uzatacam, güzel hikaye.

Sobayı kulübede kullanmak üzere aldık. Nasıl tamir edeceğimizi öğrenecez ki yapalım. Başladık ufak tefek araştırmaya.

Nestor Martin 190 senelik bir dökümhane. Couvin isimli bir Belçika kasabasında kurulu. Sahibi Mr. Martin tonla adama iş sağladığı gibi, işçilerin çocukları okusun diye okul yapmış, çok seviliyor o zamanlar. O kadar ki, 30 sene evel mirasçılar fabrikayı sattıklarında, kasaba ayaklanıyor n’oluyoruz diye. Valla haksız değiller, firmaya email yolladım, nerdeyse 100 senelik bir sobalarını bulduğumu, tamir edip kullanacağımı, çizim, foto, bişeyle yardımcı olup olamıyacaklarını sordum, 3 gün sonra ‘o senelere ait belge yok elimizde’ cevabı geldi, hafif ‘daha neler’ tadında. Bu arada firma hala gayet aktif ve başarılı, çok modern odun ve gaz sobaları üretiyorlar. Biraz ciks ama iyi mallar belli.

Neyse, ben sobayı dağattım. 35 parçaya filan ayrıldı. Tabi hepsini ayırana kadar göbeğim çatladı, Turan Usta’da oksijen kaynağıyla ısıtmaktan, bir kutu WD 40’a, tüm cıvata somunların pasları söküldü, birçoğu da sökülmedi, kırıldı. Problem yok, Turan Usta halleder.

Bu arada, bu sökme işlemi sırasında sobanın cidarları arasından 1935 senesinin Milliyet gazetesi parçaları çıktı. Zaman makinası gibi meret.





Turan Usta’nın komik bir hikayesi var, Alara vazgeçip Facebook’a geçmiştir nasılsa, biz onu da aktaralım arada. Bu adam 10 senedir filan 3 tekerlekli motorsiklet üretiyor, 10 senedir de TSE belgesi almaya uğraşıyor ki seri üretime geçsin. Ayrıca demir ve aluminyumla yapmadığı off-road ekipmanı kalmamış bir demir ustası. Almanya’da, yanılmıyorsam VW fabrikasında yıllarca foreman’lik tecrübesi var.

Seneler evel, bu 3 tekerli motorsiklet daha yapım aşamasındayken, şasenin üzerinde plastik iskemle, arkada VW motor, Atatürk Oto Sanayi’nin bir kapısından Maslağa çıkıp, diğerinden girerek motoru, şanzımanı deniyor. Bir ara fazla gazlamış, ön teker havada birkaç metre gidip, oturtmuş yere tekrar motoru, durmuş kırmızı ışıkta. Karşı Üniversitenin kapısında duran Renault 12'den polis megafonla bağarıyor; ‘sakat, sakaaat, kendine gel!'. 3 teker ya, belden aşağıyı poşet zannediyor tecrübeli Türk polisi. Her hatırladığımda gülerim. Aşağılamaya bak!

Ben antika sobadan anlamam. Turan Usta’ya, n’apacaz bunu dedim, bizimki hem sobayı sevdi, hem eski malı adam etmeye bayılır, gözleri parladı, hallederiz dedi. Sobayı kamyonetten indirmeden bir alay bağlantı yerini kaynakla ısıttı, yarısını söktü, hadi git şimdi biraz çalış dedi, yolladı beni garaja. Taktım eldivenleri, tüm parçaları söküp, fırçayla ön temizliklerini yaptım. Kırıklar 3 sokak ötede döküm kaynağı yapan bir ustada puntalandı ki, parçaları orijinal halinde birleştirip yeniden döktürelim. Sonra da Turan'ın ortağı Hakan’la birlikte İkitelli Dökümcüler Sitesi’ne gidip, kumlama ve döküm işlerini yaptırttık. İlk defa bu sanayiyi görüyorum, çok ağır, sağlıksız bir iş. Sabahtan akşama demir tozu soluyorlar. Çalışanlarına kolay gele.





Bunlar kumlama sonrası fotolar. Paslar temizlenince tüm çatlak-kırık ortaya çıktı, işaretlendi, 3-5 parça tekrar kaynağa gitti, onlar da tamir edildi. 



 

Arada Unkapanı’na gidilip, ön kapağa yanmaz mica parçaları, tüm diğer birleşimlerin arasına da, amyantın alternatifi, seramik bazlı fitiller alındı. Sobayla oynadıkça işi sevmeye başladım. Adamlar 100 küsür sene evelinin mühendisliğiyle, içerde sıcak havayı uzun süre tutacak bölmeler, aralarında da havayolu egzostları oluşturmuşlar. Bakalım biz bunları adam edip, düzgün çalışır hale getirebilecez mi. Daha sonra da emaye işi var ki, şimdilik hala soru işareti. Henüz yaptıracak yeri bulamadık.

Aşama kaydettikçe aktaracaz.

Post #13


PAKET


Geçen hafta Çarşamba gidip Cuma döndüm. Hem son 4-5 gündür neler yapıldığını görmek, hem de Julien’in yokluğunda yapılacak işleri programlamak için (oğlanın Fransa’da bir vergi işi çıktı, Perşembe-Salı yok). Çatının büyük kısmı tyvek’le kaplanmış. Bu membran acaip kaygan bir mal. 10 derecelik bir meyilde dahi üzerinde durmak imkansız. Çatının uç noktalarında çalışmak için elimizdeki halattan bir emniyet kemeri oluşturup, diğer kanattan bir mahyayaya bağlanarak membranı kiremitaltı tahtalarına zımbaladık.

Julien’in gidişiyle, bana tavanarası üçgeni ve yanındaki dar alanı yapmak kaldı. Arazinin eğiminden dolayı o bölgede çatının yerden yüksekliği 7-8 metreyi buluyor. Belde uyduruk bir halat, tırsıyor insan. Bir daha bu işi yapmaya kalksam, mutlaka dağcıların kullandığı bir ‘İsveç oturağı’ takarım.












Şansımıza Eylül’ün ilk yarısı yağmursuz geçti. Yoksa işimiz daha da aksardı. Muhtar Burhan tarlaları ve cevizlerine yağmur istiyor, ben tersini, sonunda bir çizgi çektik, bizden tarafa gelince bulutun yön degiştirmesi konusunda anlaştık. Derken Cumartesi bizim bölgeye sıkı yağmur geleceğini bildirdi Osman. Sözümona zeytinlerini sulamaya gitti ama her an yelken kaçamağı kolladığı için, gözü hep hava durumunda. Bu yazıyı Pazar yazıyorum, dün akşam köydekilerle konuştuğumda daha yağmamıştı. Dağlık bir bölge olduğundan, aşağıda yağıp yukarıya yağmadığı veya tam tersi olabiliyor. Yine de, Perşembe gününü, alet edevatı toparlamak, dek, zemin, tavan tahtalarını evin altı veya içine almak ve evi naylonlarla paketlemekle geçirdik. 





 

Bugüne kadar şansımızı çok zorladık, bugün olmazsa yarın gelecek elbet bu yağmurlar. Evin içi şimdi sağlamda. Dış duvarları yapmak için kuru havayı kollamamız lazım, ama içerde de yapılacak tonla iş var.

İç duvarlar girişdekiler gibi yapılacak. Girişte ve salon-oda-wc ayırımlarında yer kazanmak için balya kullanmadık, duvarları 10 cm kalınlığında tutarak badadi sıva yapıyoruz. İzolasyon için kullanılan malzeme yine aynı, killi toprak, saman, kireç karışımı. Ayrıca oda ve tuvaletin tavanları ve tavanarasının tabanı ve izolasyonu da, dış duvarlar öncesi bitirilecek.




Ahmet usta Julien gelene kadar tüm bu işlerin tahtalarının lamba-zıvanasını açma ve giriş bölümünün dış duvarına kabuk tahtalarını çakma işini bitirecek. Julien'den de, 20 Eylül’e tüm duvar konstrüksiyonunun, ve kapı pencere aralıklarının bitmiş olacağı, 7 Ekim’e de, tüm iç-dış duvarların ve sıvalarının bitmiş olacağı sözünü aldık. Ve kendisini uğurladık Fransa’ya. Başlarken evi Ağustos sonu teslim edeceği sözünü almıştık, ‘tavanarası odası ekledin, birbuçuk ay attı’ savunmasıyla bugünlere geldik, bakalım bu seferki söz nekadar tutulabilecek.

Yağmurdu, rüzgardı derken balya dizimi ve sıva işi nasılolsa birkaç hafta atar. Su ve elektrik tesisatını yap, sobayı kur, iki eşya at, Kasım’da oturursak ne ala.