Bu hafta yine Cuma’dan, bu sefer Suzi’yle
gittik. Demirköy’ün pazarı da aynı güne rastladığından, tüm çalışanların tatil
günü Cuma. Kampta kimse yok, yürüdük şantiyeye. Gözlerime inanamıyorum. Birkaç
dek ayağı hariç tüm ayaklar dikilmiş, kulübenin oturacağı platform ortaya
çıkmış. Ahşabın görüntüsü sahiden ç
ok hoş. Platformun üstünde yürüyebilmek
için keresteler atılmış, ilk kez evin zemin hizasında durup etrafa bakıyoruz.
Etkileyici.
40 km mesafede, Limanköy’de, civarın
bildiğimiz tek tatlı pansiyonu Limanköyevi’ne yerleşip, öğleden sonra
da köyün altında küçük bir plaj bulup denize giriyoruz. Buranın çok enteresan bir
özelliği var. İğneada’dan Limanköy’e giderken kıyı şeridi bir çengel gibi
kıvrılıp öyle bir yay çiziyor ki, Karadeniz’de sırtınızı kuzeye verip, denizi
önünüze alarak güney yönüne bakıyorsunuz. Su muhteşem, tuzu yok gibi,
çıktığınızda duş alma ihtiyacı hissetmiyorsunuz. Keyifli bir akşamüstü
yaşıyoruz.
Cumartesi inşaat bayağı hızlı ilerliyor,
tüm ayaklar temellere monte edildi, herkesin yüzü gülüyor. Julien’in kurguladığı
ahşap birleşimleri, Ahmet ustanın tecrübesi, köy ekibinin giderek işe alışması;
tüm sistem uyumla çalışıyor. İlk defa ‘bu iş olacak’ hissini yaşıyorum. Nazar
deymesin diyelim.
|
'Michael' Emrah'dir o |
Akşama İsmail’i de alıp, tüm ekip birlikte
keyifli bir mangal yapıyoruz. İsmail, Balcı Ahmet’in 3 oğlundan biri, tabiatı hepimizden
iyi tanıyor, ayrıca meraklı, okuyor, öğrenmeye doymayan tiplerden.
İstanbul’daki bir permakültür kursundan yeni döndü. Suzi’yle araziyi dolaşıp,
ilerde nasıl bir bahçe yapılabileceğini konuşuyorlar. İsmail deyince, Balcı
Ahmet ve ailesini, yaşadıkları toprak parçasını ve yaşamlarını aktarmam lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder