13 Ağustos 2012 Pazartesi

Post #7

Bu hafta yine Cuma’dan, bu sefer Suzi’yle gittik. Demirköy’ün pazarı da aynı güne rastladığından, tüm çalışanların tatil günü Cuma. Kampta kimse yok, yürüdük şantiyeye. Gözlerime inanamıyorum. Birkaç dek ayağı hariç tüm ayaklar dikilmiş, kulübenin oturacağı platform ortaya çıkmış. Ahşabın görüntüsü sahiden çok hoş. Platformun üstünde yürüyebilmek için keresteler atılmış, ilk kez evin zemin hizasında durup etrafa bakıyoruz. Etkileyici.

 





 









40 km mesafede, Limanköy’de, civarın bildiğimiz tek tatlı pansiyonu Limanköyevi’ne yerleşip, öğleden sonra da köyün altında küçük bir plaj bulup denize giriyoruz. Buranın çok enteresan bir özelliği var. İğneada’dan Limanköy’e giderken kıyı şeridi bir çengel gibi kıvrılıp öyle bir yay çiziyor ki, Karadeniz’de sırtınızı kuzeye verip, denizi önünüze alarak güney yönüne bakıyorsunuz. Su muhteşem, tuzu yok gibi, çıktığınızda duş alma ihtiyacı hissetmiyorsunuz. Keyifli bir akşamüstü yaşıyoruz.   





Cumartesi inşaat bayağı hızlı ilerliyor, tüm ayaklar temellere monte edildi, herkesin yüzü gülüyor. Julien’in kurguladığı ahşap birleşimleri, Ahmet ustanın tecrübesi, köy ekibinin giderek işe alışması; tüm sistem uyumla çalışıyor. İlk defa ‘bu iş olacak’ hissini yaşıyorum. Nazar deymesin diyelim.

'Michael' Emrah'dir o

Akşama İsmail’i de alıp, tüm ekip birlikte keyifli bir mangal yapıyoruz. İsmail, Balcı Ahmet’in 3 oğlundan biri, tabiatı hepimizden iyi tanıyor, ayrıca meraklı, okuyor, öğrenmeye doymayan tiplerden. İstanbul’daki bir permakültür kursundan yeni döndü. Suzi’yle araziyi dolaşıp, ilerde nasıl bir bahçe yapılabileceğini konuşuyorlar. İsmail deyince, Balcı Ahmet ve ailesini, yaşadıkları toprak parçasını ve yaşamlarını aktarmam lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder